Şimdiye kadar hepimizin annem ya da babam gibi dediği çok
sevdiği öğretmenleri olmuştur. Yol gösteren, öğrencilerine sadece dersi değil
hayatı da aşılayan, onları güçlendiren güzel öğretmenler. Peki, tüm
öğretmenlerin öyle olduğunu iddia edebilir misiniz? Bence edemeyiz. Gerçekten
bu mesleği severek yapanlar, bize dersi sevdiren, o derse gitmek için
heveslendirenler varken bir de insanı aldığı dersten soğutanlar, o dersten
kaçmak için bahane aratanlar şeklinde öğretmenleriniz hepinizin olmuştur.
Henüz ilkokul dördüncü sınıfta, sınıf öğretmenimden farklı
bir hoca dersime girmişti. Bende de yeni öğretmenin vereceği dersin heyecanı
vardı o zamanlar. Adını hatırlamadığım aramızdaki ismi “kızıl cadı” olan bir öğretmenle
tanışmıştık. Ders, İngilizce dersiydi. Pekte yabancı dille ilgisi olmayan benim
gibi pek çok insan da vardı sınıfta. Sonra ne mi oldu? Ayrımcılık. Tek sebebi
ise bir iki arkadaşların yabancı dile daha yatkın olmalarıydı. Sanırım bir
öğretmenin öğrencilerine yapabileceği en kötü şey bu ayrımcılık olsa gerek. Kırk
kişilik sınıfta sadece iki öğrenci varmış gibi davranan, sürekli onlarla
ilgilenip söz hakkı veren bir öğretmen. Hastayken öksürüyorum diye beni
sınıftan göndermeye çalışan bir öğretmen. Daha yabancı dil eğitimimin ilk
senesinden beni dersten uzaklaştıran ilk kişi. Daha ilk seneden gözüm o kadar
korkmuştu ki yapamıyorsunuz bağırışlarından, bakın onlar çok iyi siz aptalsınız
tavırlarından, o derse gitmemek için elimden geleni yapmıştım çocuk halimle.
Devamında ne oldu derseniz, pek bir değişiklik olmadı aslına bakarsanız. Gelen
öğretmenler genelde ilgisiz, tek derdi ders bitsin gidelim öğretmenleri oldu.
İlkokul bir şekilde böyle son buldu yabancı dil manasında. Diğer öğretmenlerim
aksine öyle ilgili, öyle kendini mesleğine adamış insanlar oldu ki bir şekilde
ek destek almadan belki çok iyi olmasa da iyi bir liseye girebilmemi
sağlamışlardı.
Lisede haftanın on saati İngilizce dersimin olduğunu
öğrenince korkan ben, şansıma ilk senemde anne denilen bir öğretmenle
tanışmıştım. Herkesi derste çok zorlayan ama bunu korkutmadan yapan bu öğretmen
bir şeyleri öyle güzel öğretti ki işte orada anne sıfatını hak etti. Önce her
şeyin başarılabileceğini öğretti. Bizi daima özgüvenle yetiştirdi. Önce kendini,
sonra dersi sevdirdi. Gerçekten de zamanla her şeyi başarabildiğimizi de
gösterdi. Sırf ben bir konuyu anlamadım diye defalarca ve defalarca anlattı
mesela. Kimseyi önemsiz görmedi. Kendi öğrencilik yıllarını, hayatını,
yaşadıklarını anlattı. Gelecekte bizi güzel şeylerin beklediğine daima
inandırdı. Hep ileriye bakmamızı sağladı. Sanırım Eskişehir aşkını bana ilk
aşılayan oydu çünkü kendisi de Eskişehir’de okumuştu.
Lise hayatım boyunca bir abim, bir de babam dediğim iki
öğretmene daha sahip olmuştum. Alan dersimin hocalarıydı ikisi de. Biri
gerçekten de bir abi gibi oyunlar oynanabilen, filmler hakkında, kitaplar
hakkında konuşup fikir alınabilen, gülüp eğlenebilen bir öğretmenken, diğeri
tam bir baba gibi tüm sorunları dinleyen, nasihat veren, konunun hiç
bakmadığımız tarafından bakıp ne kadar küçük olduğumuzu hissettirmeden bizi
anlayan adamdı.
Çocuk aklımızla seçimler yapan ve meslek lisesine giren,
sonrasında o alandan vazgeçen pek çok kişi gibi bende o alandan vazgeçmiştim.
Bazı hocalarımız bizi desteklemek yerine o okuldan mezun olunca hiçbir şey
olamayacağımızı, başka alandan bir şeyi kazanamayacağımızı, hiçbir vasfa sahip
olmayacağımızı söylerken, bu öğretmenler bizi öylesine güzel desteklediler ki,
sanırım şu an olduğum yerde bunları yazıyor olmamda hepsine teşekkür borçluyum.
Öğretmen olmayı hem istemiş hem de korkmuş olmamdaki en
temel sebep ya o çocuk kalpleri kırar, istediklerini veremez, onlara yetemezsem
şeklinde olmuştu. Sanırım ancak böyle kocaman yüreği olan güzel insanlar
öğretmenlik yapmalı, diğerleri artık umut kırmamalı, en azından adil bir
şekilde derslerini anlatıp köşelerine çekilmeliler. Geleceğimizin aydınlık
nesli, ancak aydınlık öğretmenlerle var olabilir. Aydınlık nesiller yetiştiren
tüm güzel öğretmenlere teşekkürler. Hep var olun J
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder